Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Camii kilise sinagog arasında bu kadın bizim!

19 Mayıs 1919’un 100. yılında, 19 Mayıs 2019 tarihli Fransa Strasburg’dan yazdığım ‘’Vatansız koyma Allah’ım’’ başlıklı yazımda, bir marketin önünde gördüğüm karton bardaklı Suriyeli bir kadından bahsetmiştim sizlere. 

Karton bardaklı medeniyetin evlatları olduğumuz Suriyeli bizim kızdan yola çıkarak, size, bize, ona, buna, şuna ve kendime şu soruyu sormuştum, ‘’ Siz hiç, Ankara, İstanbul, İzmir sokaklarında dilenen Fransız kadın gördünüz mü?’’! Kuvvetle ihtimal herkesin cevabı ‘’Hayır görmedik’’ olmuştur, çünkü ömrünün 35 yılını Anadolu’yu dolaşarak geçirmiş, ayak basmadığı il, ilçe bırakmamış biri olarak bendeniz görememişsem, sizlerin de görmesi mümkün değildir, diyebilirim! 

Her sabah yaptığım gibi dün yine oradan geçtim ve karton bardaklı yoktu! 

Yağmur da yağsa, soğuk iliklere kadar işlese de her gün orada olan karton bardaklı bizim kız bugün yoktu! 

Bir an içimi bir korku kapladı, hani böyle anlarda kendimize garip yüklemeler yaparız ya, ‘’Ben yazdım diye onu gözaltına mı aldılar yoksa...’’ diye! 

İşte, her şey bu, ‘’yoksa’’ nın içinde toplanmıştı! 

Yoksa, yiyecek içecek bir şeyi yoktu da… 

Yoksa, bu yağmurda soğukta yatacak yeri yoktu da… 

Yoksa, o kadar soracak soru var ki, tabii ki yüreğiniz dayanabilirse! 

Marketin karşısındaki otobüs durağında kalakaldım! 

Bizim karton bardaklı kızın önünde oturduğu marketin az ilerisinde önünde manav tezgâhı olan dükkânın tabelası dikkatimi çekti! 

CHAHIAT! 

Size de tanıdık geldi değil mi? 

Evet, bir Müslümana ait, bizim oraların bakkalına benzeyen bir dükkân, Arap kardeşlerimiz işletiyordur diye düşünürken, birden aklıma karton bardaklı bizim kız geldi, neden Müslümanların işlettiği marketin önünde değil de Hristiyan bir Fransız’ın işlettiği marketin önünde dileniyordu? 

Bu kendi kendime sorduğum sorunun cevabını hemen hemen hepimiz biliyoruz, biliyoruz da diyemiyoruz! Bildiğimiz fakat arkamıza bakmadan kaçıp, görmezden geldiğimiz bu gerçekten ben de koşarak kaldığım eve geldim! Evin penceresini açtım aman Allah’ım, kaçtığım, kaçtığımız gerçek şekil değiştirmiş karşımda duruyor! 

Karşımda, çocuklarını ellerinden tutmuş kadınların girdiği bir Sinagog, az ötede Türklerin ilk camii Eyüp Sultan Camii, karton bardaklı bizim kızımızın önünde oturduğu marketin yanı başında kilise! Bütün bunların arasında elinde karton bardağıyla dilenen bizim kız, üstelik de Müslümanın dükkanının önünde değil! 

Bugün 23 Mayıs! 

Bugün, merhum Halide Edip Adıvar’ın 100 yıl öncesinin 23 Mayıs'ında, Yunan’ın İzmir’i işgalini (15 Mayıs 1919) protesto için Sultanahmet Meydanı’nda, ‘’Ey Türk! Kardeşler, hemşireler! Bal rengiyle başımızda dalgalanan ulu bayrağımız siyahlara matemlere büründü! Kundaktaki bebeklerimiz düşmanın süngüsünden geçti! Torunlar gözlerimizin önünde evlatlarımızın kanıyla sulanmış yurdumuzun işgaline susacak mıyız? Hayırrrr! ‘’ diyerek hançeresi yırtılıncaya kadar haykırdığı gün! 

Şimdi kimileri, “Halide Edip Adıvar, yok şuydu, yok buydu’’ diyecek ve bana hakaret yağdıracak! 

Onları daha da tahrik edeyim o zaman, Türkiye Cumhuriyeti Devleti 11 Aralık 1934 tarihinde, kadınımıza seçme ve seçilme hakkını vermiş! 

Sıkı durun, Fransa aynı hakkı kadınına bizden 10 yıl sonra 4 Ekim 1944’te veriyor! 

Önceki sorumu yine tekrarlıyorum, siz İstanbul, Ankara, İzmir sokaklarında elinde karton bardak, dilenen bir Fransız kadını gördünüz mü? 

Bırakınız, Halide Edip Adıvar’ın ‘’Yok şuydu, yok buydu’’ tuzak tartışmasını da ‘’Nereden nereye? Neden?’’ sorularına cevap bulalım! 

Yoksa, hiç de iyi bir sona doğru gitmiyoruz!